Türkiye ve KKTC’nin çatı üstü güneş enerjisi üretimine yaklaşımları

Bilindiği gibi, Türkiye yenilenebilir enerji üretimi konusunda gösterdiği bazı çabalara rağmen ağırlığını hala kömür santrallerinin artırılmasına vermektedir. 2017 yılında dünyada en fazla karbon salınım artışına neden olan üç ülkeden biri de Türkiye’dir.

Türkiye Cumhuriyeti Enerji Bakanlığı’nın yayınladığı 2017 verilerine göre Türkiye’de üretimin :

% 37 si doğalgazdan

%33 ü kömürden

%20 si hidrolik santrallerden

% 6  sı rüzgardan

% 2 si  termal enerjiden

% 2  si  diğer kaynaklardan  (güneş dahil)

elde edilmektedir.

Öte yandan, hidroelektrik enerjiyi bir kenara bırakırsak, Türkiye yenilenebilir enerji üretimi konusunda hala çok gerilerdedir.

Rüzgar konusunda belli bir noktaya gelinmiş olsa da, Türkiye güneş konusunda daha emekleme düzeyindedir. Türkiye’nin güneş enerjisi politikası, öncelikli olarak, devlet destekli büyük yatırımlarla güneş tarlaları kurdurulması yönündedir. Ayrıca büyük sanayi tesisleri ve sanayi sitelerine de güneşten kendi enerjilerini üretmek için destek sağlanmaktadır. Bireylerin kendi kaynaklarıyla yapabileceği, bu nedenle kamu bütçesine en az külfet oluşturacağı, ev çatılarına kurulacak üretim tesislerine ise devlet büyük bir olasılıkla, üretici ve dağıtım firmalarının lobi etkisi ile köstek olmaktadır.

Bu bağlamda, çok arzu etmeme rağmen, vazgeçmek zorunda kaldığım İstanbul’daki evimin çatısına yapmak istediğim güneş enerjisi üretim tesisi ile ilgili deneyimlerimi örnek olarak vermek isterim.

İstanbul’daki evime solar panel takma fikri bende uzun zamandır vardı. Ancak, KKTC’de çok sayıda örnek görünce önce oradaki evime takma girişiminde bulundum. İlk olarak KKTC’de sistemin nasıl çalıştığını öğrendim. Evde üreteceğimiz elektriğin, gün içinde kullandığımızdan arta kalan kısmı şebekeye aktarılacak, ürettiğimizden daha fazla tükettiğimiz durumlarda ise, üretemediğimiz kadarını şebekeden kullanacaktık. KIBTEK de aktardığımız elektriği kilowatt olarak kayıtlarında tutacak ve yılda bir kez mahsuplaşma yoluyla aktarılanla kullanılanın farkını hesaplayarak eğer üretim fazlalığımız olduysa, ve arzu ediyorsak, bunu satış fiyatının altında bir bedelden bana ödeyecekti.  KKTC’de KIBTEK (Aralık 2018 itibarıyla) elektriği tüketiciye kilowatt saati 91 kuruştan satmakta, tüketicinin üretim fazlasını da eğer tüketici isterse 61 kuruştan geri almaktadır.  Satın alma garantisi süresizdir. Yatırımda KDV ise %5 olarak uygulanmaktadır. (Güneş enerjisine büyük önem veren Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nde ise alım satım fiyatları aynıdır.) Aylık faturalandırmada, o güne kadar ürettiğimiz elektrik ile tükettiğimizin farkını hesaplayarak, kullanımımız ürettiğimizi aşmış ise bu farkı rayiç bedelden bize yansıtacaktı. Bu sistem sayesinde, gün içinde ürettiğimizi akşamki tüketimimize kullanabileceğimiz gibi, yaz aylarında, günler uzun ve bulutsuzken ürettiğimiz elektriği kış aylarında kullanabilecektir.

Son derece adil olan bu sitemde yatırımın geri dönüşü ise 7-8 yılda sağlanabiliyordu. Başvuru dahil tüm kurulum ve onaylama işlemleri iki hafta gibi kısa bir sürede tamamlandı. Türkiye’de de benzeri bir sistem olduğunu düşünerek eşimle İstanbul’daki evimize de solar panel taktırmaya karar verdik.

Ancak Türkiye’deki mevzuatın farklı olduğunu öğrenince işin rengi değişti. Çünkü KKTC’deki gibi yıllık mahsuplaşma değil, saatlik mahsuplaşmanın temel alındığını öğrendik. Bu durumda yaz aylarında ürettiğimizi kış aylarında kullanmayı bırakın, gün içinde ürettiğimiz elektriği, akşam saatlerinde bile kullanamıyorduk. Onun yerine dağıtım şirketi size sormadan gün içindeki üretiminizi 25 kuruştan satın alıp(Aralık 2018), akşam tükettiğinizi 62 kuruştan size satıyordu.

Sonuç olarak, İstanbul’da kurulacak bir çatı üstü elektrik üretim tesisinin geri dönüş süresi 19-20 yılı bulmaktadır.

Bizi bu işten caydıran diğer faktörleri de saymak gerekir:

  1. Kuyumda bile %1 olan KDV, güneş panellerinde %18’dir. 5 kwh’lık bir yatırımda KDV  yükü 1000-1500€’ya gelmekte ve fizibiliteye son darbeyi vurmaktadır.
  2. Dağıtım şirketlerinin yarattığı kırtasiye ise ayrı bir sorun. Türkiye’de milyonlarca eve ruhsatları olmaksızın elektrik bağlanırken, 30 sene önce elektrik bağladığımız evle ilgili, noterden onaylı tapu, 32 yıl önce almış olduğum yapı inşa ruhsatı veya 30 sene evvel aldığım iskan ruhsatının istenmesi buna güzel bir örnektir. Hatta takacağımız güneş panellerinin bir görüntü kirliliği yaratıp yaratmayacağını da yerel belediyeye sormamız gerekiyormuş.
  3. 30 yıl evvel kendilerinin onayıyla evimin iç duvarına takılmış olan kofrayı, evin dışına taşımamı istemeleri, üstüne üstlük yeni kofra satın almaya mecbur kılmaları ve 2850 TL masraf talep etmeleri de işin cabası…
  4. Ayrıca, dağıtım şirketlerinin üretim fazlanızı geri alma taahhüdü ise 10 yıl ile kısıtlanmış.
  5. Son olarak belirtmek gereken bir nokta da sürecin uzunluğu. Başvuru için yapılan ön hazırlık süresine ek olarak, dağıtım şirketine yapılan başvuruya yanıt vermeleri 90-100 günü bulmakta. Bu sürenin sonunda, harcadığınız emek ve paraya rağmen dağıtım şirketinin, trafoda kapasite olmamasını gerekçe göstererek, başvurunuzu reddetme hakkı da varmış.

Kısacası, Türkiye’de evlerin çatılarında güneş enerjisinden elektrik üretimine engeller çıkarılmakta, KKTC’de ise destek olunmaktadır. Halbuki, Türkiye’de  elektrik enerjisi tüketiminin %30’u konutlarda tüketilmektedir.

Türkiye’nin artık herkesin tepki gösterdiği, başta tarım alanları olmak üzere tüm çevreyi mahfeden kömür santralleri ve kömür madenlerine yatırımı durdurması, Paris sözleşmesi kapsamında yükümlülüklerini yerine getirmek için güneş enerjisi üretimine ve depolanmasına ciddiyetle önem vermesi gerekmektedir. Bu amaçla büyük yatırım ve teşvik gerektiren tarla tipi güneş enerjisi üretim tesislerine paralel olarak, vatandaşa kolaylık sağlayacak şekilde mevzuat düzenlemeleri ve KDV sıfırlaması ile destek olunması, yerli solar panel üretimine desteğin artarak devam etmesi gerekmektedir.

Güneş enerjisi ile ilgili politikaları geliştirmek için Çin’e, ABD’ye veya Avrupa’ya gitmeye gerek yoktur. Zaman zaman yavru vatan diye küçümsediğimiz KKTC’ye bakmak yeterlidir. Bunun için de dev uluslararası enerji tekelleri, özel sektöre devredilen ve halen ciddi mali kriz içerisinde olan dağıtım şebekelerini işleten firmalar ve hükümete şirin gözükmeye çalışan yerli enerji üreticilerinin lobi faaliyetine karşı kamu ve sivil toplum olarak direnmek gerekmektedir.

Alper Eliçin

Endüstri Yüksek Mühendisi